Translate

7 Şubat 2020 Cuma

BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. SIRASI...

BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. SIRASI...:
  • BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET

    Asıl olan. vakıanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.html
  • BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET

    Asıl olan. vakıanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.html
  • BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET

    Asıl olan. vakıanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2016/12/esyayi-bazolcu-aldigimizdaasl-olan.html
  • ŞEYTANIN GİZLENDİĞİ KÖŞE BAŞI...!
    DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR.
    ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR.
    Şeytan burada saklanmış, Kişileri Müslüman oldum dediği anda saptırıp cehenneme sürüklüyor.
    Demokrasi Şeytanın dini,İslam Allah'ın dini.
    Tuzaklardan korunmak Vazifemizdir
    NATO
    ŞEYTANIN İNSAN KILIĞINDAKİ GURUP ÇALIŞMASI.
    BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET
    Yeni gelen mahkum eski mahkumlara sorar.
    Burada hangi inançta olana daha güzel yemek veriliyor?
    Eskiler sorar niye diye.
    Çünkü kime iyi yemek veriliyorsa ben o dinden olduğumu söyleyeceğim gelen gardiyana der.
    İşte bu mahkum gibi bu günün müslümanlarının çoğu.
    Onun için sen kendini bir sağlama yap.
    MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN?
    ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR..
    http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/seytanin-gizlendigi-kose-basi.html
  • HİDAYET VE DALÂLET
    İNSANIN DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP ETMESİ GEREKEN İSTİKAMET...
    https://t.co/TniZmoHqJd https://t.co/1A9hUObNyI
  • 'HİDAYET VE DALÂLET

114,— Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.

115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.”...

Bu emir Resulullaha ve beraberindeki tevbe edenleredir.

“Sen dosdoğru emrolunduğun gibi haraket et”...

Hz. Peygamber bu emrin dehşetini ve önemini çok iyi hissetmişti. Hattâ: “Beni H û d sûresi ihtiyarlattı.” Buyurduğu rivayet edilir. Buradaki () normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. Şu halde istikameti tutmak için sürekli bir uyanıklığa ve ebedi düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını iyice araştırıp az veya çok dosdoğru yolda yürümeye pek mütemayil bulunmayan beşerî infialleri zabturabt altına almak gerekir. Binaenaleyh istikamet insanların her hareketinde bulunması gereken sürekli bir haldir. /
***********************************
İNSANIN DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP ETMESİ GEREKEN İSTİKAMET...
http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
******************************************************
Burada dikkatleri bir noktaya çekmek istiyoruz, istikametten sonra gelen emir kusur ve eksikten uzaklaşmak ile ilgili değil haddi aşıp tecavüzle ilgili bir emirdir. Zira dosdoğru yürümek emri ve bununla birlikte şart olan vicdan uyanıklığı ve takva bazı kere olur ki, dini kolaylıktan zorluğa götüren bir haddi tecavüz ve aşırılıkla son bulur. Halbuki Allah dinini gönderdiği gibi yapılmasını emretmektedir. Hiç bir ifrata ve tefrite dalmadan dosdoğru emrolunan şekilde hareket edilmesini istemektedir. İfrat ve aşırılık ta tefrit ve eksiklik gibi bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. İnsanları dosdoğru tutmak gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklememek için çok önemli bir dokunuştur bu.

“Çünkü O, yaptıklarınızı görür.”...

( ) mastarından türemiş olan ( ) kelimesinin kullanılmasının konu ile yakından ilgisi vardır. Çünkü burada basiret, güzel idare ve takdir görmektir.

öyleyse ey peygamber sen ve beraberinde tevbe etmiş bulunanlar emrolunduğun gibi dosdoğru yolda yürü...

“Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size ateş dokunur.”...

Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş, Allah’ın kullarını baskı ve sindirme ile ezmiş, Allah’tan başkalarına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin... Yönelmeyin sakın onlara... Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden:

“Size de ateş dokunur.”...

Bu sapıklığın cezası olarak...

“Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”...

Bu gibi hallerde dosdoğru emrolunduğu gibi hareket etmek elbette ki, çok zor bir şeydir. Bunun için bir çok yardımlara ihtiyaç vardır.

Allahüteâlâ yüce Resulüne ve beraberindeki mü’min azınlığa ikmal yolları gösteriyor:

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.”...

Çünkü Allahüteâlâ her hâzinenin bittiği ve her azığın tükendiği anda bitmeyen azığın ve tükenmeyen hâzinenin namaz olduğunu bildiriyor. Namazın ruhi bünyeyi güçlendirdiğini belirterek mükellefiyetleri oldukça ağır olan hak yolunda kalblerine kuvvet veriyor. Çünkü namazla ancak bu gönüller Rahim ve Vedûd olan Rablerine bağlanır. Ve inatçı cahiliyet ortamında kendisini yapayalnız hisseden, gurbette kabul eden gönüllerde bir ünsiyet, bir dostluk havası estirir.

Bu âyeti kerime günün iki tarafını —yani başı ile sonunu— zikrediyor, bir de gecenin yakın saatlerini belirtiyor. Bunlar her ne kadar namaz sayısını tahdit etmemekte ise de farz namazların vaktini belirtmektedir. Namazın sayısı ve vakitleri sünneti seniyye ile belirlenmiştir.

Âyeti kerime namazları tam olarak eda etmeyi belirten emri müteakiben iyiliklerin kötülükleri giderdiğini açıklıyor. İyilikler ile bütün iyilikler maksuttu. İyiliklerin başında da namaz gelir, öncelikle namaz iyilikler arasında yer alır. Yoksa bazı müfessirlerin belirttiği gibi kötülükleri gideren iyilik sadece namaza münhasır değildir.

“Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.”™
Haddi zatında namaz en büyük öğüttür. Binaenaleyh bu ifade burada tam yerinde kullanılmıştır.

Dosdoğru yolda yürüyebilmek için sabra ihtiyaç vardır elbette. Nitekim Allah’ın yalancılara olan azabının tahakkuku için de sabırla beklemek gerekmektedir. Bunun için dosdoğru yolda yürümek ve namazla ilgili emri müteakiben şu âyet varit oluyor:

“Sabret, çünkü Allah iyi davranananların mükâfatını zayi etmez.

Dosdoğru yolda yürümek te iyi davranmaktır şüphesiz. Namazları vaktinde eda etmek te iyi davranmaktır elbette. Yalanlayıcıların hilelerine karşı sabır da iyi davranmaktır tabii... Ve Allah şüphesiz iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.

• **

GEÇMİŞLERİN AKİBETİ

Bilahere âyeti kerime geçmiş milletlerin ve nesillerin akıbetleriyle ilgili yorumlarını tamamlıyor. Ve gizlice işaret diyor ki, şayet bu nesiller arasında kendileri için Allah nezdinde hayır talep edenler bulunsaydı ve bu azınlık insanları yeryüzünde fesat çıkarmaktan alıkoysaydı, zalimlerin zulmünü önleseydi başlarına bu kökten silinip gitme felâketi gelmeyecekti. Çünkü sakinleri islahçı olan hiç bir kavmi helâk etmeyeceğini Allahüteâlâ bildiriyor. Yani aralarında zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunsaydı yok edilmezlerdi onlar. Bu beldelerde sadece çok az bir azınlık grupu inanmış idi ve bunların da hiç bir fonksiyonları yoktu. Bunun için Allah onları kurtarmıştı. Çoğunluğu ise müsrifler, zalimler ve zorbalar teşkil ediyordu. Bunun için Allah o beldeleri halkı ile birlikte yok etti gitti...

116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydi? Onlardan kurtardıklarımız pek azdı. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar.

117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez.”...

' Bu işarette Allah'ın geçmiş milletler ile ilgili bir kanunu açıklanıyor. İnsanları Allah’tan başkasına kul ederek, çeşitli şekillerde  tanrılar ihdas ederek bozgunculuğa dalmış olan milletler karşılarında onları yok edecek kimseleri bulurlarsa o zaman Allah onlara ceza verip kökten yok etmez. Ama zalimlere ses çıkarmayan ve bozguncuların bozgunculuğuna engel olmayan milletlerin karşısına çıkıp / ta zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunmayınca veya bulunduğu halde bozuk düzeni değiştirecek güç ve kudrete sahip olmazlarsa o zaman muhakkak Allah’ın kanunu yerini bulacaktır. Ya o millet kökten helak olup gidecek veya bir inhilâl ve ihtilâl ile mahvolacaktır...

Şu halde yalnız ve yalnız Allah'a inanan ve bu dâvaya bağlanmış bulunan kimseler... Yeryüzünü Allah’tan başkasına kulluğun bozduğu fesat ve inhilâlden korumayı kendisine vazife bilen mü’minler hem milletler için, hem de kitleler için emniyet sibobu, can sigortasıdırlar... Ve bu özellik Allah'ın ulûhiyetini ikrar için savaşan mücahitlerin çabalarının değerini ve önemini gösterir. Her türlü zulüm ve fesat hareketlerine karşı çıkanların ifade ettiği anlamı belirtir... Şu halde bu mü’minler sadece Rablerine ve dinlerine karşı vazifelerini yapmakla kalmıyorlar ayni zamanda milletlerinin üzerine gelmesi mukadder olan ilâhi gazabı da önlüyorlar. Kendi kavimlerinin  toptan yok olup gitmelerine mani oluyorlar.

HİDAYET VE DALÂLET

Son yorumda ise insanların hidayet ve dalâlet konularındaki ayrılıkları ve Allah'ın yaratıklarını bu değişik yönlere tevcihindeki kanunu açıklamaktadır:

118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek- bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.”...

Allah dileseydi bütün insanları bir tek şekilde yaratırdı. Hepsinin kabiliyeti de aynı olurdu. Aralarında hiç bir fark ve ayrılık gözetmeksizin mükerrer nüshalar hâlinde yaratırdı. Ama bu, yeryüzünde mukadder olan hayatın tabiatına uygun düşmezdi. Allah’ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği bu mahlûkun tabiatına da muvafık olmazdı.

Allah bu varlığın değişik kabiliyette ve istidatta olmasını irade buyurmuştu. Herkese istediği yöne gitme hürriyeti vermişti. Herkes istediği yolu kendisi seçmeliydi. Ve bu hürriyetin sorumluluğu da kendisine ait olacaktı. Doğru yolu veya eğri yolu seçmesine göre cezalanacaktı. .. Böyle irade buyurmuştu meşiyeti şüphanî. Dalâleti seçen de hidayeti seçen kadar kendi hareketinden sorumluydu ve her ikisi de Allah’ın kanunlarına göre ceryan etmekte idi. İlâhî meşiyyete göre kul kendi isteğiyle dilediği yolu seçecek ve bu seçtiği yolun neticesinde cezasını da kendisi çekecekti.

Allah dilemiştir tüm insanların tek bir millet olmamasını. Bunun için de her insanın değişik kabiliyette olmasını irade buyurmuştu. Bu ihtilaf inançlarının temel mevzularına kadar inecekti. Allah’ın rahmetine erenler elbette ki ihtilâfa düşmezlerdi. Çünkü onlar hakkı bulmuşlardı ve hak ise değişik olmazdı. Bunun için hidayeti seçenler tam bir birlik hâlindedirler. Fakat bu demek değildir ki, onlarla dalâlet erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bilakis dalâlet erbabı ile tamamen ayrılık içindedirler.

Âyetin bu ihtilâfın mukabili olarak zikrettiği ise şudur:

“Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.

Buradan da anlaşılıyor ki hak ve hakikat üzerinde birleşip te Allah’ın rahmetine nâil olanlar için ayn bir âkıbet vardır. Bunların sonu cennete varacaktır, tıpkı dalâlet ehlinin sonunun cehenneme varlığı gibi. Dalâlet ehli hem kendi aralarında ihtilâftadırlar, hem de mü’minler ile. Değişik değişik yolları ve metotları vardır onların.

•
**

VE SÛRE BİTERKEN

Nihayet en son bölüme gelmiş bulunuyoruz.. Şimdi hitap Resulullaha yöneliyor ve kendisine anlatılan bu kıssaların hikmeti açıklanıyor. İnanmayanlara karşı son sözünü söylemesini ve tamamen onlardan ayrılmasını bildiriliyor. Artık onları kendi başlarına bırakıp Allah’ın bilinmez gaybına havale etmesi buyruluyor. Sonra kendisinin Allah’a ibadet edip, O’na dayanması ve kavmini yaptıklariyle başbaşa bırakması emrediliyor:

120 — Peygamberinin başından geçenini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.

121 — İnanmayanlara de ki, “elinizden geleni yapın, Biz de yapacağız.

122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz”.

123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işin O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”...

Ne kadar eziyet çekmişti ki peygamber kavminden, onların sapıklığı ve azgınlığı karşısında Allah tarafından teselliye ve temkine ihtiyaç hissediyordu. Halbuki o, Rabbine güvenen, sabırlı ve sebatlı birisiydi:

“Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir.”

“Bununla sana hak geldi.”™

Bu sûre ile... Davet konusundaki hak, peygamberlerin kıssalarındaki hak, Allah’ın kanunlarındaki hak, müjde ve azapların doğru çıkışındaki hak...

“Mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.”™

Geçmiş asırların olayları onlara bir öğüttür, Allah’ın kanunlarını hatırlatır...

Buna rağmen inanmayanlar için ne öğüt vardır ne de nasihat. Hiç bir şey kar etmez onlara. Peygamber tamamen ayrılmalı onlardan ve 
kat-i alâka etmelidir:

“İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, bizde yapacağız.”

Bekleyin, biz de bekleyeceğiz...

Senden önce geçen bir peygamber kardeşinin dediği gibi. O kardeşin kavmıne bunları şöylemiş^ sonra da anları kendi Akıbetleriyle başbaşa bırakmıştı...

“Göklerin ve yerin bilinmediği Allah’a aittir...

Her şey O’na aittir... Senin durumun da onların durumu da...'
    'HİDAYET VE DALÂLET

114,— Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.

115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.”...

Bu emir Resulullaha ve beraberindeki tevbe edenleredir.

“Sen dosdoğru emrolunduğun gibi haraket et”...

Hz. Peygamber bu emrin dehşetini ve önemini çok iyi hissetmişti. Hattâ: “Beni H û d sûresi ihtiyarlattı.” Buyurduğu rivayet edilir. Buradaki () normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. Şu halde istikameti tutmak için sürekli bir uyanıklığa ve ebedi düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını iyice araştırıp az veya çok dosdoğru yolda yürümeye pek mütemayil bulunmayan beşerî infialleri zabturabt altına almak gerekir. Binaenaleyh istikamet insanların her hareketinde bulunması gereken sürekli bir haldir. /
***********************************
İNSANIN DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP ETMESİ GEREKEN İSTİKAMET...
http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
******************************************************
Burada dikkatleri bir noktaya çekmek istiyoruz, istikametten sonra gelen emir kusur ve eksikten uzaklaşmak ile ilgili değil haddi aşıp tecavüzle ilgili bir emirdir. Zira dosdoğru yürümek emri ve bununla birlikte şart olan vicdan uyanıklığı ve takva bazı kere olur ki, dini kolaylıktan zorluğa götüren bir haddi tecavüz ve aşırılıkla son bulur. Halbuki Allah dinini gönderdiği gibi yapılmasını emretmektedir. Hiç bir ifrata ve tefrite dalmadan dosdoğru emrolunan şekilde hareket edilmesini istemektedir. İfrat ve aşırılık ta tefrit ve eksiklik gibi bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. İnsanları dosdoğru tutmak gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklememek için çok önemli bir dokunuştur bu.

“Çünkü O, yaptıklarınızı görür.”...

( ) mastarından türemiş olan ( ) kelimesinin kullanılmasının konu ile yakından ilgisi vardır. Çünkü burada basiret, güzel idare ve takdir görmektir.

öyleyse ey peygamber sen ve beraberinde tevbe etmiş bulunanlar emrolunduğun gibi dosdoğru yolda yürü...

“Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size ateş dokunur.”...

Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş, Allah’ın kullarını baskı ve sindirme ile ezmiş, Allah’tan başkalarına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin... Yönelmeyin sakın onlara... Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden:

“Size de ateş dokunur.”...

Bu sapıklığın cezası olarak...

“Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”...

Bu gibi hallerde dosdoğru emrolunduğu gibi hareket etmek elbette ki, çok zor bir şeydir. Bunun için bir çok yardımlara ihtiyaç vardır.

Allahüteâlâ yüce Resulüne ve beraberindeki mü’min azınlığa ikmal yolları gösteriyor:

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.”...

Çünkü Allahüteâlâ her hâzinenin bittiği ve her azığın tükendiği anda bitmeyen azığın ve tükenmeyen hâzinenin namaz olduğunu bildiriyor. Namazın ruhi bünyeyi güçlendirdiğini belirterek mükellefiyetleri oldukça ağır olan hak yolunda kalblerine kuvvet veriyor. Çünkü namazla ancak bu gönüller Rahim ve Vedûd olan Rablerine bağlanır. Ve inatçı cahiliyet ortamında kendisini yapayalnız hisseden, gurbette kabul eden gönüllerde bir ünsiyet, bir dostluk havası estirir.

Bu âyeti kerime günün iki tarafını —yani başı ile sonunu— zikrediyor, bir de gecenin yakın saatlerini belirtiyor. Bunlar her ne kadar namaz sayısını tahdit etmemekte ise de farz namazların vaktini belirtmektedir. Namazın sayısı ve vakitleri sünneti seniyye ile belirlenmiştir.

Âyeti kerime namazları tam olarak eda etmeyi belirten emri müteakiben iyiliklerin kötülükleri giderdiğini açıklıyor. İyilikler ile bütün iyilikler maksuttu. İyiliklerin başında da namaz gelir, öncelikle namaz iyilikler arasında yer alır. Yoksa bazı müfessirlerin belirttiği gibi kötülükleri gideren iyilik sadece namaza münhasır değildir.

“Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.”™
Haddi zatında namaz en büyük öğüttür. Binaenaleyh bu ifade burada tam yerinde kullanılmıştır.

Dosdoğru yolda yürüyebilmek için sabra ihtiyaç vardır elbette. Nitekim Allah’ın yalancılara olan azabının tahakkuku için de sabırla beklemek gerekmektedir. Bunun için dosdoğru yolda yürümek ve namazla ilgili emri müteakiben şu âyet varit oluyor:

“Sabret, çünkü Allah iyi davranananların mükâfatını zayi etmez.

Dosdoğru yolda yürümek te iyi davranmaktır şüphesiz. Namazları vaktinde eda etmek te iyi davranmaktır elbette. Yalanlayıcıların hilelerine karşı sabır da iyi davranmaktır tabii... Ve Allah şüphesiz iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.

• **

GEÇMİŞLERİN AKİBETİ

Bilahere âyeti kerime geçmiş milletlerin ve nesillerin akıbetleriyle ilgili yorumlarını tamamlıyor. Ve gizlice işaret diyor ki, şayet bu nesiller arasında kendileri için Allah nezdinde hayır talep edenler bulunsaydı ve bu azınlık insanları yeryüzünde fesat çıkarmaktan alıkoysaydı, zalimlerin zulmünü önleseydi başlarına bu kökten silinip gitme felâketi gelmeyecekti. Çünkü sakinleri islahçı olan hiç bir kavmi helâk etmeyeceğini Allahüteâlâ bildiriyor. Yani aralarında zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunsaydı yok edilmezlerdi onlar. Bu beldelerde sadece çok az bir azınlık grupu inanmış idi ve bunların da hiç bir fonksiyonları yoktu. Bunun için Allah onları kurtarmıştı. Çoğunluğu ise müsrifler, zalimler ve zorbalar teşkil ediyordu. Bunun için Allah o beldeleri halkı ile birlikte yok etti gitti...

116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydi? Onlardan kurtardıklarımız pek azdı. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar.

117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez.”...

' Bu işarette Allah'ın geçmiş milletler ile ilgili bir kanunu açıklanıyor. İnsanları Allah’tan başkasına kul ederek, çeşitli şekillerde  tanrılar ihdas ederek bozgunculuğa dalmış olan milletler karşılarında onları yok edecek kimseleri bulurlarsa o zaman Allah onlara ceza verip kökten yok etmez. Ama zalimlere ses çıkarmayan ve bozguncuların bozgunculuğuna engel olmayan milletlerin karşısına çıkıp / ta zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunmayınca veya bulunduğu halde bozuk düzeni değiştirecek güç ve kudrete sahip olmazlarsa o zaman muhakkak Allah’ın kanunu yerini bulacaktır. Ya o millet kökten helak olup gidecek veya bir inhilâl ve ihtilâl ile mahvolacaktır...

Şu halde yalnız ve yalnız Allah'a inanan ve bu dâvaya bağlanmış bulunan kimseler... Yeryüzünü Allah’tan başkasına kulluğun bozduğu fesat ve inhilâlden korumayı kendisine vazife bilen mü’minler hem milletler için, hem de kitleler için emniyet sibobu, can sigortasıdırlar... Ve bu özellik Allah'ın ulûhiyetini ikrar için savaşan mücahitlerin çabalarının değerini ve önemini gösterir. Her türlü zulüm ve fesat hareketlerine karşı çıkanların ifade ettiği anlamı belirtir... Şu halde bu mü’minler sadece Rablerine ve dinlerine karşı vazifelerini yapmakla kalmıyorlar ayni zamanda milletlerinin üzerine gelmesi mukadder olan ilâhi gazabı da önlüyorlar. Kendi kavimlerinin  toptan yok olup gitmelerine mani oluyorlar.

HİDAYET VE DALÂLET

Son yorumda ise insanların hidayet ve dalâlet konularındaki ayrılıkları ve Allah'ın yaratıklarını bu değişik yönlere tevcihindeki kanunu açıklamaktadır:

118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek- bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.”...

Allah dileseydi bütün insanları bir tek şekilde yaratırdı. Hepsinin kabiliyeti de aynı olurdu. Aralarında hiç bir fark ve ayrılık gözetmeksizin mükerrer nüshalar hâlinde yaratırdı. Ama bu, yeryüzünde mukadder olan hayatın tabiatına uygun düşmezdi. Allah’ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği bu mahlûkun tabiatına da muvafık olmazdı.

Allah bu varlığın değişik kabiliyette ve istidatta olmasını irade buyurmuştu. Herkese istediği yöne gitme hürriyeti vermişti. Herkes istediği yolu kendisi seçmeliydi. Ve bu hürriyetin sorumluluğu da kendisine ait olacaktı. Doğru yolu veya eğri yolu seçmesine göre cezalanacaktı. .. Böyle irade buyurmuştu meşiyeti şüphanî. Dalâleti seçen de hidayeti seçen kadar kendi hareketinden sorumluydu ve her ikisi de Allah’ın kanunlarına göre ceryan etmekte idi. İlâhî meşiyyete göre kul kendi isteğiyle dilediği yolu seçecek ve bu seçtiği yolun neticesinde cezasını da kendisi çekecekti.

Allah dilemiştir tüm insanların tek bir millet olmamasını. Bunun için de her insanın değişik kabiliyette olmasını irade buyurmuştu. Bu ihtilaf inançlarının temel mevzularına kadar inecekti. Allah’ın rahmetine erenler elbette ki ihtilâfa düşmezlerdi. Çünkü onlar hakkı bulmuşlardı ve hak ise değişik olmazdı. Bunun için hidayeti seçenler tam bir birlik hâlindedirler. Fakat bu demek değildir ki, onlarla dalâlet erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bilakis dalâlet erbabı ile tamamen ayrılık içindedirler.

Âyetin bu ihtilâfın mukabili olarak zikrettiği ise şudur:

“Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.

Buradan da anlaşılıyor ki hak ve hakikat üzerinde birleşip te Allah’ın rahmetine nâil olanlar için ayn bir âkıbet vardır. Bunların sonu cennete varacaktır, tıpkı dalâlet ehlinin sonunun cehenneme varlığı gibi. Dalâlet ehli hem kendi aralarında ihtilâftadırlar, hem de mü’minler ile. Değişik değişik yolları ve metotları vardır onların.

•
**

VE SÛRE BİTERKEN

Nihayet en son bölüme gelmiş bulunuyoruz.. Şimdi hitap Resulullaha yöneliyor ve kendisine anlatılan bu kıssaların hikmeti açıklanıyor. İnanmayanlara karşı son sözünü söylemesini ve tamamen onlardan ayrılmasını bildiriliyor. Artık onları kendi başlarına bırakıp Allah’ın bilinmez gaybına havale etmesi buyruluyor. Sonra kendisinin Allah’a ibadet edip, O’na dayanması ve kavmini yaptıklariyle başbaşa bırakması emrediliyor:

120 — Peygamberinin başından geçenini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.

121 — İnanmayanlara de ki, “elinizden geleni yapın, Biz de yapacağız.

122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz”.

123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işin O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”...

Ne kadar eziyet çekmişti ki peygamber kavminden, onların sapıklığı ve azgınlığı karşısında Allah tarafından teselliye ve temkine ihtiyaç hissediyordu. Halbuki o, Rabbine güvenen, sabırlı ve sebatlı birisiydi:

“Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir.”

“Bununla sana hak geldi.”™

Bu sûre ile... Davet konusundaki hak, peygamberlerin kıssalarındaki hak, Allah’ın kanunlarındaki hak, müjde ve azapların doğru çıkışındaki hak...

“Mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.”™

Geçmiş asırların olayları onlara bir öğüttür, Allah’ın kanunlarını hatırlatır...

Buna rağmen inanmayanlar için ne öğüt vardır ne de nasihat. Hiç bir şey kar etmez onlara. Peygamber tamamen ayrılmalı onlardan ve 
kat-i alâka etmelidir:

“İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, bizde yapacağız.”

Bekleyin, biz de bekleyeceğiz...

Senden önce geçen bir peygamber kardeşinin dediği gibi. O kardeşin kavmıne bunları şöylemiş^ sonra da anları kendi Akıbetleriyle başbaşa bırakmıştı...

“Göklerin ve yerin bilinmediği Allah’a aittir...

Her şey O’na aittir... Senin durumun da onların durumu da...'
    'HİDAYET VE DALÂLET

114,— Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.

115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.”...

Bu emir Resulullaha ve beraberindeki tevbe edenleredir.

“Sen dosdoğru emrolunduğun gibi haraket et”...

Hz. Peygamber bu emrin dehşetini ve önemini çok iyi hissetmişti. Hattâ: “Beni H û d sûresi ihtiyarlattı.” Buyurduğu rivayet edilir. Buradaki () normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. Şu halde istikameti tutmak için sürekli bir uyanıklığa ve ebedi düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını iyice araştırıp az veya çok dosdoğru yolda yürümeye pek mütemayil bulunmayan beşerî infialleri zabturabt altına almak gerekir. Binaenaleyh istikamet insanların her hareketinde bulunması gereken sürekli bir haldir. /
***********************************
İNSANIN DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP ETMESİ GEREKEN İSTİKAMET...
http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
******************************************************
Burada dikkatleri bir noktaya çekmek istiyoruz, istikametten sonra gelen emir kusur ve eksikten uzaklaşmak ile ilgili değil haddi aşıp tecavüzle ilgili bir emirdir. Zira dosdoğru yürümek emri ve bununla birlikte şart olan vicdan uyanıklığı ve takva bazı kere olur ki, dini kolaylıktan zorluğa götüren bir haddi tecavüz ve aşırılıkla son bulur. Halbuki Allah dinini gönderdiği gibi yapılmasını emretmektedir. Hiç bir ifrata ve tefrite dalmadan dosdoğru emrolunan şekilde hareket edilmesini istemektedir. İfrat ve aşırılık ta tefrit ve eksiklik gibi bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. İnsanları dosdoğru tutmak gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklememek için çok önemli bir dokunuştur bu.

“Çünkü O, yaptıklarınızı görür.”...

( ) mastarından türemiş olan ( ) kelimesinin kullanılmasının konu ile yakından ilgisi vardır. Çünkü burada basiret, güzel idare ve takdir görmektir.

öyleyse ey peygamber sen ve beraberinde tevbe etmiş bulunanlar emrolunduğun gibi dosdoğru yolda yürü...

“Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size ateş dokunur.”...

Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş, Allah’ın kullarını baskı ve sindirme ile ezmiş, Allah’tan başkalarına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin... Yönelmeyin sakın onlara... Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden:

“Size de ateş dokunur.”...

Bu sapıklığın cezası olarak...

“Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”...

Bu gibi hallerde dosdoğru emrolunduğu gibi hareket etmek elbette ki, çok zor bir şeydir. Bunun için bir çok yardımlara ihtiyaç vardır.

Allahüteâlâ yüce Resulüne ve beraberindeki mü’min azınlığa ikmal yolları gösteriyor:

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.”...

Çünkü Allahüteâlâ her hâzinenin bittiği ve her azığın tükendiği anda bitmeyen azığın ve tükenmeyen hâzinenin namaz olduğunu bildiriyor. Namazın ruhi bünyeyi güçlendirdiğini belirterek mükellefiyetleri oldukça ağır olan hak yolunda kalblerine kuvvet veriyor. Çünkü namazla ancak bu gönüller Rahim ve Vedûd olan Rablerine bağlanır. Ve inatçı cahiliyet ortamında kendisini yapayalnız hisseden, gurbette kabul eden gönüllerde bir ünsiyet, bir dostluk havası estirir.

Bu âyeti kerime günün iki tarafını —yani başı ile sonunu— zikrediyor, bir de gecenin yakın saatlerini belirtiyor. Bunlar her ne kadar namaz sayısını tahdit etmemekte ise de farz namazların vaktini belirtmektedir. Namazın sayısı ve vakitleri sünneti seniyye ile belirlenmiştir.

Âyeti kerime namazları tam olarak eda etmeyi belirten emri müteakiben iyiliklerin kötülükleri giderdiğini açıklıyor. İyilikler ile bütün iyilikler maksuttu. İyiliklerin başında da namaz gelir, öncelikle namaz iyilikler arasında yer alır. Yoksa bazı müfessirlerin belirttiği gibi kötülükleri gideren iyilik sadece namaza münhasır değildir.

“Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.”™
Haddi zatında namaz en büyük öğüttür. Binaenaleyh bu ifade burada tam yerinde kullanılmıştır.

Dosdoğru yolda yürüyebilmek için sabra ihtiyaç vardır elbette. Nitekim Allah’ın yalancılara olan azabının tahakkuku için de sabırla beklemek gerekmektedir. Bunun için dosdoğru yolda yürümek ve namazla ilgili emri müteakiben şu âyet varit oluyor:

“Sabret, çünkü Allah iyi davranananların mükâfatını zayi etmez.

Dosdoğru yolda yürümek te iyi davranmaktır şüphesiz. Namazları vaktinde eda etmek te iyi davranmaktır elbette. Yalanlayıcıların hilelerine karşı sabır da iyi davranmaktır tabii... Ve Allah şüphesiz iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.

• **

GEÇMİŞLERİN AKİBETİ

Bilahere âyeti kerime geçmiş milletlerin ve nesillerin akıbetleriyle ilgili yorumlarını tamamlıyor. Ve gizlice işaret diyor ki, şayet bu nesiller arasında kendileri için Allah nezdinde hayır talep edenler bulunsaydı ve bu azınlık insanları yeryüzünde fesat çıkarmaktan alıkoysaydı, zalimlerin zulmünü önleseydi başlarına bu kökten silinip gitme felâketi gelmeyecekti. Çünkü sakinleri islahçı olan hiç bir kavmi helâk etmeyeceğini Allahüteâlâ bildiriyor. Yani aralarında zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunsaydı yok edilmezlerdi onlar. Bu beldelerde sadece çok az bir azınlık grupu inanmış idi ve bunların da hiç bir fonksiyonları yoktu. Bunun için Allah onları kurtarmıştı. Çoğunluğu ise müsrifler, zalimler ve zorbalar teşkil ediyordu. Bunun için Allah o beldeleri halkı ile birlikte yok etti gitti...

116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydi? Onlardan kurtardıklarımız pek azdı. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar.

117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez.”...

' Bu işarette Allah'ın geçmiş milletler ile ilgili bir kanunu açıklanıyor. İnsanları Allah’tan başkasına kul ederek, çeşitli şekillerde  tanrılar ihdas ederek bozgunculuğa dalmış olan milletler karşılarında onları yok edecek kimseleri bulurlarsa o zaman Allah onlara ceza verip kökten yok etmez. Ama zalimlere ses çıkarmayan ve bozguncuların bozgunculuğuna engel olmayan milletlerin karşısına çıkıp / ta zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunmayınca veya bulunduğu halde bozuk düzeni değiştirecek güç ve kudrete sahip olmazlarsa o zaman muhakkak Allah’ın kanunu yerini bulacaktır. Ya o millet kökten helak olup gidecek veya bir inhilâl ve ihtilâl ile mahvolacaktır...

Şu halde yalnız ve yalnız Allah'a inanan ve bu dâvaya bağlanmış bulunan kimseler... Yeryüzünü Allah’tan başkasına kulluğun bozduğu fesat ve inhilâlden korumayı kendisine vazife bilen mü’minler hem milletler için, hem de kitleler için emniyet sibobu, can sigortasıdırlar... Ve bu özellik Allah'ın ulûhiyetini ikrar için savaşan mücahitlerin çabalarının değerini ve önemini gösterir. Her türlü zulüm ve fesat hareketlerine karşı çıkanların ifade ettiği anlamı belirtir... Şu halde bu mü’minler sadece Rablerine ve dinlerine karşı vazifelerini yapmakla kalmıyorlar ayni zamanda milletlerinin üzerine gelmesi mukadder olan ilâhi gazabı da önlüyorlar. Kendi kavimlerinin  toptan yok olup gitmelerine mani oluyorlar.

HİDAYET VE DALÂLET

Son yorumda ise insanların hidayet ve dalâlet konularındaki ayrılıkları ve Allah'ın yaratıklarını bu değişik yönlere tevcihindeki kanunu açıklamaktadır:

118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek- bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.”...

Allah dileseydi bütün insanları bir tek şekilde yaratırdı. Hepsinin kabiliyeti de aynı olurdu. Aralarında hiç bir fark ve ayrılık gözetmeksizin mükerrer nüshalar hâlinde yaratırdı. Ama bu, yeryüzünde mukadder olan hayatın tabiatına uygun düşmezdi. Allah’ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği bu mahlûkun tabiatına da muvafık olmazdı.

Allah bu varlığın değişik kabiliyette ve istidatta olmasını irade buyurmuştu. Herkese istediği yöne gitme hürriyeti vermişti. Herkes istediği yolu kendisi seçmeliydi. Ve bu hürriyetin sorumluluğu da kendisine ait olacaktı. Doğru yolu veya eğri yolu seçmesine göre cezalanacaktı. .. Böyle irade buyurmuştu meşiyeti şüphanî. Dalâleti seçen de hidayeti seçen kadar kendi hareketinden sorumluydu ve her ikisi de Allah’ın kanunlarına göre ceryan etmekte idi. İlâhî meşiyyete göre kul kendi isteğiyle dilediği yolu seçecek ve bu seçtiği yolun neticesinde cezasını da kendisi çekecekti.

Allah dilemiştir tüm insanların tek bir millet olmamasını. Bunun için de her insanın değişik kabiliyette olmasını irade buyurmuştu. Bu ihtilaf inançlarının temel mevzularına kadar inecekti. Allah’ın rahmetine erenler elbette ki ihtilâfa düşmezlerdi. Çünkü onlar hakkı bulmuşlardı ve hak ise değişik olmazdı. Bunun için hidayeti seçenler tam bir birlik hâlindedirler. Fakat bu demek değildir ki, onlarla dalâlet erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bilakis dalâlet erbabı ile tamamen ayrılık içindedirler.

Âyetin bu ihtilâfın mukabili olarak zikrettiği ise şudur:

“Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.

Buradan da anlaşılıyor ki hak ve hakikat üzerinde birleşip te Allah’ın rahmetine nâil olanlar için ayn bir âkıbet vardır. Bunların sonu cennete varacaktır, tıpkı dalâlet ehlinin sonunun cehenneme varlığı gibi. Dalâlet ehli hem kendi aralarında ihtilâftadırlar, hem de mü’minler ile. Değişik değişik yolları ve metotları vardır onların.

•
**

VE SÛRE BİTERKEN

Nihayet en son bölüme gelmiş bulunuyoruz.. Şimdi hitap Resulullaha yöneliyor ve kendisine anlatılan bu kıssaların hikmeti açıklanıyor. İnanmayanlara karşı son sözünü söylemesini ve tamamen onlardan ayrılmasını bildiriliyor. Artık onları kendi başlarına bırakıp Allah’ın bilinmez gaybına havale etmesi buyruluyor. Sonra kendisinin Allah’a ibadet edip, O’na dayanması ve kavmini yaptıklariyle başbaşa bırakması emrediliyor:

120 — Peygamberinin başından geçenini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.

121 — İnanmayanlara de ki, “elinizden geleni yapın, Biz de yapacağız.

122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz”.

123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işin O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”...

Ne kadar eziyet çekmişti ki peygamber kavminden, onların sapıklığı ve azgınlığı karşısında Allah tarafından teselliye ve temkine ihtiyaç hissediyordu. Halbuki o, Rabbine güvenen, sabırlı ve sebatlı birisiydi:

“Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir.”

“Bununla sana hak geldi.”™

Bu sûre ile... Davet konusundaki hak, peygamberlerin kıssalarındaki hak, Allah’ın kanunlarındaki hak, müjde ve azapların doğru çıkışındaki hak...

“Mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.”™

Geçmiş asırların olayları onlara bir öğüttür, Allah’ın kanunlarını hatırlatır...

Buna rağmen inanmayanlar için ne öğüt vardır ne de nasihat. Hiç bir şey kar etmez onlara. Peygamber tamamen ayrılmalı onlardan ve 
kat-i alâka etmelidir:

“İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, bizde yapacağız.”

Bekleyin, biz de bekleyeceğiz...

Senden önce geçen bir peygamber kardeşinin dediği gibi. O kardeşin kavmıne bunları şöylemiş^ sonra da anları kendi Akıbetleriyle başbaşa bırakmıştı...

“Göklerin ve yerin bilinmediği Allah’a aittir...

Her şey O’na aittir... Senin durumun da onların durumu da...'
    HİDAYET VE DALÂLET

    114,— Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.

    115 — Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.”...

    Bu emir Resulullaha ve beraberindeki tevbe edenleredir.

    “Sen dosdoğru emrolunduğun gibi haraket et”...

    Hz. Peygamber bu emrin dehşetini ve önemini çok iyi hissetmişti. Hattâ: “Beni H û d sûresi ihtiyarlattı.” Buyurduğu rivayet edilir. Buradaki () normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. Şu halde istikameti tutmak için sürekli bir uyanıklığa ve ebedi düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını iyice araştırıp az veya çok dosdoğru yolda yürümeye pek mütemayil bulunmayan beşerî infialleri zabturabt altına almak gerekir. Binaenaleyh istikamet insanların her hareketinde bulunması gereken sürekli bir haldir. /
    ***********************************
    İNSANIN DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP ETMESİ GEREKEN İSTİKAMET...
    http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
    ******************************************************
    Burada dikkatleri bir noktaya çekmek istiyoruz, istikametten sonra gelen emir kusur ve eksikten uzaklaşmak ile ilgili değil haddi aşıp tecavüzle ilgili bir emirdir. Zira dosdoğru yürümek emri ve bununla birlikte şart olan vicdan uyanıklığı ve takva bazı kere olur ki, dini kolaylıktan zorluğa götüren bir haddi tecavüz ve aşırılıkla son bulur. Halbuki Allah dinini gönderdiği gibi yapılmasını emretmektedir. Hiç bir ifrata ve tefrite dalmadan dosdoğru emrolunan şekilde hareket edilmesini istemektedir. İfrat ve aşırılık ta tefrit ve eksiklik gibi bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. İnsanları dosdoğru tutmak gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklememek için çok önemli bir dokunuştur bu.

    “Çünkü O, yaptıklarınızı görür.”...

    ( ) mastarından türemiş olan ( ) kelimesinin kullanılmasının konu ile yakından ilgisi vardır. Çünkü burada basiret, güzel idare ve takdir görmektir.

    öyleyse ey peygamber sen ve beraberinde tevbe etmiş bulunanlar emrolunduğun gibi dosdoğru yolda yürü...

    “Zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size ateş dokunur.”...

    Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş, Allah’ın kullarını baskı ve sindirme ile ezmiş, Allah’tan başkalarına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin... Yönelmeyin sakın onlara... Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden:

    “Size de ateş dokunur.”...

    Bu sapıklığın cezası olarak...

    “Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”...

    Bu gibi hallerde dosdoğru emrolunduğu gibi hareket etmek elbette ki, çok zor bir şeydir. Bunun için bir çok yardımlara ihtiyaç vardır.

    Allahüteâlâ yüce Resulüne ve beraberindeki mü’min azınlığa ikmal yolları gösteriyor:

    “Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.”...

    Çünkü Allahüteâlâ her hâzinenin bittiği ve her azığın tükendiği anda bitmeyen azığın ve tükenmeyen hâzinenin namaz olduğunu bildiriyor. Namazın ruhi bünyeyi güçlendirdiğini belirterek mükellefiyetleri oldukça ağır olan hak yolunda kalblerine kuvvet veriyor. Çünkü namazla ancak bu gönüller Rahim ve Vedûd olan Rablerine bağlanır. Ve inatçı cahiliyet ortamında kendisini yapayalnız hisseden, gurbette kabul eden gönüllerde bir ünsiyet, bir dostluk havası estirir.

    Bu âyeti kerime günün iki tarafını —yani başı ile sonunu— zikrediyor, bir de gecenin yakın saatlerini belirtiyor. Bunlar her ne kadar namaz sayısını tahdit etmemekte ise de farz namazların vaktini belirtmektedir. Namazın sayısı ve vakitleri sünneti seniyye ile belirlenmiştir.

    Âyeti kerime namazları tam olarak eda etmeyi belirten emri müteakiben iyiliklerin kötülükleri giderdiğini açıklıyor. İyilikler ile bütün iyilikler maksuttu. İyiliklerin başında da namaz gelir, öncelikle namaz iyilikler arasında yer alır. Yoksa bazı müfessirlerin belirttiği gibi kötülükleri gideren iyilik sadece namaza münhasır değildir.

    “Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.”™
    Haddi zatında namaz en büyük öğüttür. Binaenaleyh bu ifade burada tam yerinde kullanılmıştır.

    Dosdoğru yolda yürüyebilmek için sabra ihtiyaç vardır elbette. Nitekim Allah’ın yalancılara olan azabının tahakkuku için de sabırla beklemek gerekmektedir. Bunun için dosdoğru yolda yürümek ve namazla ilgili emri müteakiben şu âyet varit oluyor:

    “Sabret, çünkü Allah iyi davranananların mükâfatını zayi etmez.

    Dosdoğru yolda yürümek te iyi davranmaktır şüphesiz. Namazları vaktinde eda etmek te iyi davranmaktır elbette. Yalanlayıcıların hilelerine karşı sabır da iyi davranmaktır tabii... Ve Allah şüphesiz iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.

    • **

    GEÇMİŞLERİN AKİBETİ

    Bilahere âyeti kerime geçmiş milletlerin ve nesillerin akıbetleriyle ilgili yorumlarını tamamlıyor. Ve gizlice işaret diyor ki, şayet bu nesiller arasında kendileri için Allah nezdinde hayır talep edenler bulunsaydı ve bu azınlık insanları yeryüzünde fesat çıkarmaktan alıkoysaydı, zalimlerin zulmünü önleseydi başlarına bu kökten silinip gitme felâketi gelmeyecekti. Çünkü sakinleri islahçı olan hiç bir kavmi helâk etmeyeceğini Allahüteâlâ bildiriyor. Yani aralarında zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunsaydı yok edilmezlerdi onlar. Bu beldelerde sadece çok az bir azınlık grupu inanmış idi ve bunların da hiç bir fonksiyonları yoktu. Bunun için Allah onları kurtarmıştı. Çoğunluğu ise müsrifler, zalimler ve zorbalar teşkil ediyordu. Bunun için Allah o beldeleri halkı ile birlikte yok etti gitti...

    116 — Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydi? Onlardan kurtardıklarımız pek azdı. Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Suçlu kimselerdi onlar.

    117 — Kasabaların halkı İslah olmuşken Rabbin haksız yere onları yok etmez.”...

    ' Bu işarette Allah'ın geçmiş milletler ile ilgili bir kanunu açıklanıyor. İnsanları Allah’tan başkasına kul ederek, çeşitli şekillerde tanrılar ihdas ederek bozgunculuğa dalmış olan milletler karşılarında onları yok edecek kimseleri bulurlarsa o zaman Allah onlara ceza verip kökten yok etmez. Ama zalimlere ses çıkarmayan ve bozguncuların bozgunculuğuna engel olmayan milletlerin karşısına çıkıp / ta zulüm ve fesadı önleyecek kimseler bulunmayınca veya bulunduğu halde bozuk düzeni değiştirecek güç ve kudrete sahip olmazlarsa o zaman muhakkak Allah’ın kanunu yerini bulacaktır. Ya o millet kökten helak olup gidecek veya bir inhilâl ve ihtilâl ile mahvolacaktır...

    Şu halde yalnız ve yalnız Allah'a inanan ve bu dâvaya bağlanmış bulunan kimseler... Yeryüzünü Allah’tan başkasına kulluğun bozduğu fesat ve inhilâlden korumayı kendisine vazife bilen mü’minler hem milletler için, hem de kitleler için emniyet sibobu, can sigortasıdırlar... Ve bu özellik Allah'ın ulûhiyetini ikrar için savaşan mücahitlerin çabalarının değerini ve önemini gösterir. Her türlü zulüm ve fesat hareketlerine karşı çıkanların ifade ettiği anlamı belirtir... Şu halde bu mü’minler sadece Rablerine ve dinlerine karşı vazifelerini yapmakla kalmıyorlar ayni zamanda milletlerinin üzerine gelmesi mukadder olan ilâhi gazabı da önlüyorlar. Kendi kavimlerinin toptan yok olup gitmelerine mani oluyorlar.

    HİDAYET VE DALÂLET

    Son yorumda ise insanların hidayet ve dalâlet konularındaki ayrılıkları ve Allah'ın yaratıklarını bu değişik yönlere tevcihindeki kanunu açıklamaktadır:

    118 — 119 — Rabbin dileseydi bütün insanları tek- bir ümmet yapardı. Ama Rabbinin rahmet ettikleri bir yana onlar hâlâ ayrılıktadırlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.”...

    Allah dileseydi bütün insanları bir tek şekilde yaratırdı. Hepsinin kabiliyeti de aynı olurdu. Aralarında hiç bir fark ve ayrılık gözetmeksizin mükerrer nüshalar hâlinde yaratırdı. Ama bu, yeryüzünde mukadder olan hayatın tabiatına uygun düşmezdi. Allah’ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği bu mahlûkun tabiatına da muvafık olmazdı.

    Allah bu varlığın değişik kabiliyette ve istidatta olmasını irade buyurmuştu. Herkese istediği yöne gitme hürriyeti vermişti. Herkes istediği yolu kendisi seçmeliydi. Ve bu hürriyetin sorumluluğu da kendisine ait olacaktı. Doğru yolu veya eğri yolu seçmesine göre cezalanacaktı. .. Böyle irade buyurmuştu meşiyeti şüphanî. Dalâleti seçen de hidayeti seçen kadar kendi hareketinden sorumluydu ve her ikisi de Allah’ın kanunlarına göre ceryan etmekte idi. İlâhî meşiyyete göre kul kendi isteğiyle dilediği yolu seçecek ve bu seçtiği yolun neticesinde cezasını da kendisi çekecekti.

    Allah dilemiştir tüm insanların tek bir millet olmamasını. Bunun için de her insanın değişik kabiliyette olmasını irade buyurmuştu. Bu ihtilaf inançlarının temel mevzularına kadar inecekti. Allah’ın rahmetine erenler elbette ki ihtilâfa düşmezlerdi. Çünkü onlar hakkı bulmuşlardı ve hak ise değişik olmazdı. Bunun için hidayeti seçenler tam bir birlik hâlindedirler. Fakat bu demek değildir ki, onlarla dalâlet erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bilakis dalâlet erbabı ile tamamen ayrılık içindedirler.

    Âyetin bu ihtilâfın mukabili olarak zikrettiği ise şudur:

    “Bununla beraber Rablerinin şu sözü de tamamen yerine gelmiştir: “Şüphesiz ki ben cehennemi insan ve cin ile dolduracağım.

    Buradan da anlaşılıyor ki hak ve hakikat üzerinde birleşip te Allah’ın rahmetine nâil olanlar için ayn bir âkıbet vardır. Bunların sonu cennete varacaktır, tıpkı dalâlet ehlinin sonunun cehenneme varlığı gibi. Dalâlet ehli hem kendi aralarında ihtilâftadırlar, hem de mü’minler ile. Değişik değişik yolları ve metotları vardır onların.


    **

    VE SÛRE BİTERKEN

    Nihayet en son bölüme gelmiş bulunuyoruz.. Şimdi hitap Resulullaha yöneliyor ve kendisine anlatılan bu kıssaların hikmeti açıklanıyor. İnanmayanlara karşı son sözünü söylemesini ve tamamen onlardan ayrılmasını bildiriliyor. Artık onları kendi başlarına bırakıp Allah’ın bilinmez gaybına havale etmesi buyruluyor. Sonra kendisinin Allah’a ibadet edip, O’na dayanması ve kavmini yaptıklariyle başbaşa bırakması emrediliyor:

    120 — Peygamberinin başından geçenini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.

    121 — İnanmayanlara de ki, “elinizden geleni yapın, Biz de yapacağız.

    122 — Bekleyin biz de bekleyeceğiz”.

    123 — Göklerin ve yerin bilinmedikleri Allah’a aittir. Bütün işin O’na döndürülür, öyleyse O’na ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”...

    Ne kadar eziyet çekmişti ki peygamber kavminden, onların sapıklığı ve azgınlığı karşısında Allah tarafından teselliye ve temkine ihtiyaç hissediyordu. Halbuki o, Rabbine güvenen, sabırlı ve sebatlı birisiydi:

    “Peygamberlerin başlarından geçenleri sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir.”

    “Bununla sana hak geldi.”™

    Bu sûre ile... Davet konusundaki hak, peygamberlerin kıssalarındaki hak, Allah’ın kanunlarındaki hak, müjde ve azapların doğru çıkışındaki hak...

    “Mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi.”™

    Geçmiş asırların olayları onlara bir öğüttür, Allah’ın kanunlarını hatırlatır...

    Buna rağmen inanmayanlar için ne öğüt vardır ne de nasihat. Hiç bir şey kar etmez onlara. Peygamber tamamen ayrılmalı onlardan ve
    kat-i alâka etmelidir:

    “İnanmayanlara de ki: “Elinizden geleni yapın, bizde yapacağız.”

    Bekleyin, biz de bekleyeceğiz...

    Senden önce geçen bir peygamber kardeşinin dediği gibi. O kardeşin kavmıne bunları şöylemiş^ sonra da anları kendi Akıbetleriyle başbaşa bırakmıştı...

    “Göklerin ve yerin bilinmediği Allah’a aittir...

    Her şey O’na aittir... Senin durumun da onların durumu da...
  • t.co
    facebook.com/permalink.php?…
    Hüseyin Uzun - BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP...
  • Maksat; beşeriyeti doğru yoldan uzaklaştıran pusudaki düşmana karşı uyarmak ve ekserisini şükürsüz bırakan âfetin nereden geldiğine dikkati çekerek tedbirli olmalarını sağlamaktır. İblisin dileği yerine getirilmiştir. Zira meşiyeti İlâhiye insanın, kendi yolunu kendisinin seçmesini gerektirmiştir. Esasen insan hem bayır, hem de şerre karşı istidat...
  • Maksat; beşeriyeti doğru yoldan uzaklaştıran pusudaki düşmana karşı uyarmak ve ekserisini şükürsüz bırakan âfetin nereden geldiğine dikkati çekerek tedbirli olmalarını sağlamaktır. İblisin dileği yerine getirilmiştir. Zira meşiyeti İlâhiye insanın, kendi yolunu kendisinin seçmesini gerektirmiştir. Esasen insan hem bayır, hem de şerre karşı istidat...
  • BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Galaya alınacak bir zat değildir.***BEYAZİDİ BESTAMİNİN HAYATININ AÇIKLAMASI "Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir siz bilemezsiniz.."[ Bakara / 216 ]
  • DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR. ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR. Şeytan burada saklanmış, Kişileri Müslüman oldumdediği anda saptırıp cehenneme sürüklüyor. Demokrasi Şeytanın dini,İslam Allah'ın dini. Tuzaklardan korunmak Vazifemizdir NATOŞEYTANIN İNSAN KILIĞINDAKİ GURUP ÇALIŞMASI. B...
  • Subhan demek Münezzeh Noksansız.tam. Sınırsız Demek olduğuna göre .. Sübhane rabbiye'l-a'lâ ve sübhane rabbiye'l-azîm Günde 120 sefer veya 40 sefer söyleriz. Neden.? Çünkü en önemli mesele. İnsanların,Devletlerin nasıl bir kırmızı çizgileri var ise Allah'ın da Kırmızı çizgisi Şirk. Onun için günde bu kadar çok dillendirdiğim...
  • Subhan demek Münezzeh Noksansız.tam. Sınırsız Demek olduğuna göre .. Sübhane rabbiye'l-a'lâ ve sübhane rabbiye'l-azîm Günde 120 sefer veya 40 sefer söyleriz. Neden.? Çünkü en önemli mesele. İnsanların,Devletlerin nasıl bir kırmızı çizgileri var ise Allah'ın da Kırmızı çizgisi Şirk. Onun için günde bu kadar çok dillendirdiğim...
  • DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR. ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR. Şeytan burada saklanmış, Kişileri Müslüman oldumdediği anda saptırıp cehenneme sürüklüyor. Demokrasi Şeytanın dini,İslam Allah'ın dini. Tuzaklardan korunmak Vazifemizdir NATOŞEYTANIN İNSAN KILIĞINDAKİ GURUP ÇALIŞMASI. B...
  • Hüseyin Uzun Şaşmaz commented on an article.
    ŞEYTANIN GİZLENDİĞİ KÖŞE BAŞI...!
    DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR.
    ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR.
    Şeytan burada saklanmış, Kişileri Müslüman oldum dediği anda saptırıp cehenneme sürüklüyor.
    Demokrasi Şeytanın dini,İslam Allah'ın dini.
    Tuzaklardan korunmak Vazifemizdir
    NATO... Devamını Gör
  • Subhan demek Münezzeh Noksansız.tam. Sınırsız Demek olduğuna göre .. Sübhane rabbiye'l-a'lâ ve sübhane rabbiye'l-azîm Günde 120 sefer veya 40 sefer söyleriz. Neden.? Çünkü en önemli mesele. İnsanların,Devletlerin nasıl bir kırmızı çizgileri var ise Allah'ın da Kırmızı çizgisi Şirk. Onun için günde bu kadar çok dillendirdiğim...
  • DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR. ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR. Şeytan burada saklanmış, Kişileri Müslüman oldumdediği anda saptırıp cehenneme sürüklüyor. Demokrasi Şeytanın dini,İslam Allah'ın dini. Tuzaklardan korunmak Vazifemizdir NATOŞEYTANIN İNSAN KILIĞINDAKİ GURUP ÇALIŞMASI. B...
  • BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Galaya alınacak bir zat değildir.***BEYAZİDİ BESTAMİNİN HAYATININ AÇIKLAMASI "Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir siz bilemezsiniz.."[ Bakara / 216 ]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder